"Öğrendim" dedi
kendi kendine. "Dava kadar hayatın
da değerli olduğunu. Öğrendim küçük şeyleri ıskalayanların lafların altında
ezileceğini." sözleriyle biten bir kitaptan bahsetmek istiyoruz
sizlere. "Bu ülkenin suyu arayan çocuklarına..." ithaf edilen kitap Faruk
Kurtbaş tarafından yazılmış olup 2010 yılında Tibyan Yayıncılık tarafından
yayımlanmıştır.
Yazarın ilk romanı “Çocuktum
Ülkücüydüm…”. Kitap, şimdiye kadar Türk Milliyetçiliği adına yazılmış tüm
romanlardan farklı bir içeriğe sahip. Anadolu çocuğunun çileyle yoğrulmuş
düşünsel yolculuğunun bir örneği. Karakterler idealize edilmeyerek tüm
zaafları, kırılmaları, erdemleri ve yanılmalarıyla kitaba konu olmuş. Kitap, hayatın
içinden gerçek kesitleri içeriyor. Okuduğumuzda kendimizden çok şey bulacağımız
bir eser. Milliyetçi gençliğin okul dönemlerini, geçim sıkıntılarını, ruhunda
açılan yaraları ve yapılan onca zulüm ve hakarete karşı sahip olunan
ideolojinin sınırlarını psikolojik tahlillerle anlatıyor. Ayrıca yazar, bu
zamana kadar milliyetçi camiada değinilmeyen kadın-erkek ilişkilerini,
insan-ideoloji ilişkileriyle karşılaştırarak farklı bir yaklaşımı gözler önüne
seriyor. Milliyetçi camiada bulunan farklı kişilerin, kişiliklerin,
düşüncelerin ve hareketin içindeki değişimin boyutunu okuyucularıyla
paylaşıyor. İnsan hikâyeleri üzerinden Türk milliyetçiliğinin 80-95 yılları
arasındaki çatışmalarını sorgulayan, kendince o dönemlere ait çözümler üreten
ve o dönemde yaşayanların ruh dünyasının anlatıldığı bizlerin de analiz ederek
okumamız gereken önemli bir roman.
Roman tekniği açısından kitabın bazı kusurları olsa da, bu çalışma
yazarın fikrî sorgulamalarındaki cesur tavrıyla öne çıkıyor. “Ey Ulu Gökalp,
Yüce Akçura, Bilge Ağaoğlu” diyenlere inat, “en bedava
kimlik” haline geldiği için milliyetçi olan yumurta topukluları, insan
akınını işleme kapasitesi ve dönüştürme becerisi sınırlı teşkilatları, 1980
sonrasında, milliyetçiliğe musallat olan liberalizm ve dincilik virüslerini
eleştiriyor. Kitabında yazar, Türk milliyetçilerinin lügatinden çıkarılan
niçini, ülküyü, ülküyü algılayış ve anlayış biçimini yüreklice soruyor,
sorguluyor. Roman kahramanının Talat Paşa’ya yazdığı mektup aslında
birçoğumuzun serzenişini dile getiriyor. Ruhumuzun yaralarına mektubun son
satırları şahitlik ediyor:
“Tarihle yüzleşmekten bahsediliyor; mahkûm ziyaretine gitmekten
bahseder gibi. Acılarla yüzleşmekten bahsedenlerin lütfedip de bizim
acılarımızı gördüğüne şahit olamadık. Size ilk mektubumda yazdığım gibi, belki
de ağlamadığımızdandır. Oysa bilmiyorlar ki Türk ağlamıyorsa vakarındandır; acı
çekmediğinden değil. Büyük milletler ağlamaz ve dertlerini anlatmazlar. Egemen
yaşamak da asla suç değildir, ayrıca. Zincire vurulmadık diye dövünmemizi kimse
beklemesin.
Son olarak sevgili Paşa’m,
Hayatınız bizim için ibrettir.
Hürriyet şiarıyla demokrasi ve bağımsızlık kavgası veren yürekli bir neslin;
ayaklarının altına döşenen mayınlarla infilak etmesi hikâyesidir, sizin
hikâyeniz. Sizleri sevmeye devam edeceğiz ama düştüğünüz yanlışlara düşmeden…
Saygı ve rahmetle…
Eski ülkücü yeni Jöntürk
Cemal…”
İyi okumalar.
Yorumlar
Yorum Gönder