Hepimizin çocukluğunda
destanların anlatıldığı bir ocak başı sohbeti mutlaka olmuştur. Ateşten ziyade
destanların sıcaklığı yüreğinizi sarmış, anlatılanların tadı damağınızda
kalmıştır. Üstünden geçen zamana inatla direnen destanlar artık Çağlayan Yılmaz’ın
kaleminde yeniden hayat buluyor. Yazar fantastik Türk hikâyelerini gün yüzüne
çıkarıyor. Yazar, İtbarak isimli romanda unutulmaya yüz tutmuş Oğuz Kağan
Destanı’nı kaleme almıştır. Kitabın arka kapağında Oğuz Kağan Destanı’ndan;
Türkler "Barak"
derlerdi, Kara tüylü köpeğe,
Böyle ad verirlerdi, büyük
soylu köpeğe.
Aslında efsaneler, bir köpek
anarlardı.
Onu da köpeklerin, atası
sayarlardı.
Bu köpek soylu idi, çok büyük
boylu idi,
Av çoban köpekleri, hep onun
oğlu idi.
Kuzey-batı Asya'da güya
"İt-Barak" vardı,
Türklerse İç Asya'da, onlara
uzaklardı.
Başları köpek imiş, vücutları
insanmış,
Renkleriyse karaymış, sanki
Kara Şeytanmış.
Kadınları güzelmiş, Türklerden
kaçmaz imiş,
İlâç sürünürlermiş, ok mızrak
batmaz imiş.
Destanda denilmiş ki, Oğuz-Han
yenilmişti,
Bir adaya sığınıp toplanıp
derilmişti.
On yedi sene sonra, Oğuz onları
yendi.
Kadınlar yardım etti, orada
savaş dindi.
Oğuz bu bölgeleri,
"Kıpçak-Beğ" e il verdi,
Bunun için Türkler de, oraya
"Kıpçak" derdi.
satırları yer alıyor. Kitapta yirmiden fazla karakter ve Ata
yazıtlarımızın bulunduğu eşsiz bir serüven anlatılıyor. Kendine has tarzıyla
romanını kaleme alan yazar, birçoğumuzun kahramanları olan Ata’ları destanlara
yaraşır bir anlatım tarzı ile kaleme almıştır. Eminiz ki, Oğuz Kağan Destanı’nı
hiç böyle okumadınız!
İtbarak; mitolojik sözlüklerde eski Türk destanlarında sözü edilen,
Türklerin sürekli savaşa tutuştukları, o zamanki Türklerin kuzeybatısında
yaşayan “köpek başlı insana benzer yaratıklar” olarak anlatılıyor. Oğuz Kağan
Destanı’nın önemli bir bölümünde İtbaraklardan bahsetmiştir. Avrupa ve Hint
mitolojilerinde de Oğuz Kağan Destanı’nda bahsedilen bölgelerde itbaraklara
rastlanmaktadır.
Kitapta ön söz olarak editör Mustafa Sefa Güvenir’in;
“Elinizde tuttuğunuz bu kitap,
ne garbın Robinson Crusoe ve Cuma’yı anlatırken, aslında size “tek başına çalış
ve sömür” diyerek emperyalizmi çağrıştıracak, ne de 1001 Gece Masalları’ndaki
Alâeddin ve Sihirli Lambası masalındaki gibi piyangocu yapıyı dayatacaktır.
Dede Korkut ve Karacaoğlan kadar Türk. Çinli, Germen, Batılı, Şarklı bir yazar,
kendi halkından aldığı ilham ile mürekkebi inceltir, tıpkı Çağlayan Yılmaz’ın
da bir Türk evladı olarak hikâyesini ifade ettiği gibi. Başkaları ne yapar
bilemeyiz, ancak Türklere has bir şeyler yazıyorsanız, gönül teri dökmelisiniz.
Sadece iki yüz yıllık geçmişi olan Amerika, dünyayı kurtaran adamları Türk
evlatlarına satarken, bu coğrafyada kendimize has hikâyelere alıcı bulamamak,
aslında satılacak bir eserin yayınlanmamasının neticesidir. İşte Çağlayan Yılmaz
gibiler bu yüzden var olmalıdır, işte bu yüzden yazmalıdır ve dolayısıyla okunmalıdır.
“ satırları bu kitap “neden okunmalı” sorusunun cevabıdır.
Editörün de dediği gibi kitap Dede Korkut ve Karacaoğlan kadar Türk,
yazarın yüreği kadar samimi. Avrupa’nın kısır döngülü, çoğu zaman ahlak dışı,
özendirici basit kurgularından sıkıldıysanız, Oğuz Ata’nın doğaüstü mücadelesine
ve diyarı dize getirişine şahit olmak ve onun yaşamında kendinizi bir yerlere
koymak için köklerimizden doğan bu romanı okumalısınız.
İyi okumalar.
Yorumlar
Yorum Gönder