Kitaplardan Önemli Notlar: ÇAĞRI KÜRŞAT YÜCE - KAFKASYA VE ORTA ASYA ENERJİ KAYNAKLARI ÜZERİNDE MÜCADELE
Kafkasya
ve Orta Asya Enerji Kaynakları Üzerinde Mücadele isimli
kitap Çağrı Kürşat YÜCE tarafından yazılmış olup, 2006 yılında Ötüken Yayınevi
tarafından basılmıştır.
***
Dünyada akla gelebilecek her şey
hammadde kaynaklarına bağlıdır. Bu yüzden, karışıklıklar ve savaşlar genellikle
hammadde kaynakları ile bunların bulunduğu bölgelerde yaygın olarak
görülmektedir. Hammadde kaynakları içerisinde önemli ve fazla yer kaplayan ise
enerji kaynaklarıdır. Günümüzde ekonomilerin en önemli unsurunu enerji, enerji
kaynaklarının en önemlilerini de petrol ve doğal gaz oluşturur.
***
21. yüzyılın en stratejik enerji
üretim merkezlerinden biri olmaya aday Hazar Bölgesi, ham petrol ve doğal gaz
üretim ve ihraç potansiyeli açısından çok dikkat çekmektedir. Uluslararası dev
şirketlerin bölgede onlarca milyar dolarlık enerji antlaşmaları yapmış
olmaları, Hazar Bölgesi’nin önemini ortaya koymaktadır.
SSCB’nin yıkılması ile Hazar Havzası,
paylaşılması gereken yeni bir pasta olarak ortaya çıktı. Bazıları Hazar
Denizi’ni ‘’21. yüzyılın Körfez Bölgesi’’
olarak nitelendirirken bazıları da burayı, ‘’21.
yüzyılın enerji deposu olacak bir bölge’’ olarak adlandırılmaktadır.
Bölgenin küçümsenemeyecek petrol ve doğal gaz rezervleri gittikçe daha çok
enerjiye ihtiyaç duyan küresel endüstri için yeni bir umut kapısı olmuştur.
Ayrıca Hazar’ın hidrokarbon kaynaklarının yüksek hacimli olması, bölge ülkeleri
için de olağanüstü bir ekonomik kalkınma potansiyeli sunmaktadır.
***
‘’Jeopolitik doğrular’’ mutlak doğru
değildir. Zira değerlendirmeler, siyaset gibi müphem ve zamana göre değişen bir
kavramla ilgili olarak yapıldığı için yapılacak yorumlar kişisel olacaktır.
Değerlendirmeyi yapan kişi ne kadar yetenekli olursa olsun, yapılan iş
nihayetinde bir yorumdur, subjektiftir. Yorumun sahibinin milliyeti ve dünya
görüşü yaptığı yorumu mutlaka etkileyecektir.
***
Başka bir tanımlamada jeopolitik, yine
Erol MÜTERCİMLER tarafından şöyle ifade edilmiştir; ‘’Jeopolitik, bir ülkenin
coğrafi konumunun, dünya politikasına etkisidir. Yani bu terim, bir devletin,
dünya üzerindeki konumunun, dış siyasetle ilgisini belirtmek üzere kullanılır.
***
Jeopolitik teriminin ortaya
çıkmasındaki temel sebep ise, uluslararası ilişkilerde tüm güçlerin
kullanılması düşüncesidir. Bu çerçevede, zamanla, coğrafya olaylarının da
kullanılmasına ve dış politikaya uygulanmasına yönelinmiş ve bunun sonucunda da
jeopolitik denilen bir alan doğmuştur.
***
Özet olarak jeopolitik, politika ve
coğrafyanın karşılıklı etkileşimidir. Küresel ve yerel devlet güçlerinin genel
dış politikalarını belirleyen stratejik düşüncenin coğrafi unsurlara
dayandırılmasıdır.
***
Jeopolitik daha ziyade Siyasi
Coğrafya’dan politikaya geçişi ve coğrafi politikayı temsil ederken, Siyasi
Coğrafya ise coğrafyaya siyasi açıdan bakışı temsil etmektedir. Bir örnekleme
ile konuya açıklık getirecek olunursa; jeopolitik, dünyayı çok yönlü olarak
inceler ve yer politikaları üretir. Siyasi Coğrafya ise, yerin yani dünyanın
fizikî, beşerî ve iktisadî olaylarının dağılışlarını, aralarındaki
bağlantılarını ve sebep ve sonuçlarını inceleyerek, siyasi açıdan
değerlendirmeler yapar.
***
Kafkasya Bölgesi; doğuda Hazar Denizi,
batıda Azak Denizi ve Karadeniz arasında olmak üzere büyük bir alan şeklinde
görünür. Kafkasya, Kırım’ın doğusundaki Taman Yarımadası’ndan, Bakü’nün de
üzerinde bulunduğu Hazar Denizi’nin batısındaki Abşeron Yarımadası’na kadar
uzanan dağlık bölgeye denir. Kuzey sınırından Kuban ve Kuma nehirleri,
güneyinde Türkiye ve İran bulunur.
***
Kafkasya özellikle dört nedenden ötürü
jeopolitik açıdan büyük önem taşımaktadır. Bunlar:
1. Jeostratejik anlamda Orta Asya’ya giriş kapısıdır.
2. Orta Asya bakımından bölge, dosdoğru Batı pazarına açılan bir geçittir.
3. Orta Asya ile bir bütün olarak ele alındığında bölge önemli miktarda petrol ve doğal gaz potansiyellerine sahiptir.
4. Bir Orta Doğu devleti olma niteliğini kaybeden Rusya Federasyonu açısından, Akdeniz ve Basra Körfezi’ne uzanan jeopolitik bağlantı hattıdır.
2. Orta Asya bakımından bölge, dosdoğru Batı pazarına açılan bir geçittir.
3. Orta Asya ile bir bütün olarak ele alındığında bölge önemli miktarda petrol ve doğal gaz potansiyellerine sahiptir.
4. Bir Orta Doğu devleti olma niteliğini kaybeden Rusya Federasyonu açısından, Akdeniz ve Basra Körfezi’ne uzanan jeopolitik bağlantı hattıdır.
***
Kafkasya zengin enerji kaynaklarına
sahip Hazar Havzası ile Batıyı birbirine bağlayan Doğu-Batı Koridoru
özelliğindedir. Bugün, Kafkaslar üzerindeki mücadelenin asıl nedeni de bölgenin
kendine has bu jeopolitik konumu oluşturur. Kafkaslar, Akdeniz’e açılan birçok
kapıya sahiptir. Orta Asya’nın ticari zenginliğinin taşınması bakımından Avrupa
ile Asya arasında Anadolu’ya ulaşan bir köprü niteliğindedir. Ayrıca Basra
Körfezi’ni kontrol eden stratejik konuma da sahiptir.
Petrol ve doğal gaz rezervleri
açısından Kafkasya’nın, süper güçler tarafından fazla önem taşımadığını
varsaysak bile, Hazar petrollerinin batıya ulaştırılmasında düşünülen muhtemel boru
hatlarının üzerinde yer alması sebebiyle paha biçilmez değerdedir. Zira
bölgede, petrol rafinerilerinin ve petrokimya tesislerinin yer alması stratejik
ve ekonomik açıdan çok önem taşımaktadır.
Özetle, Kafkasya’nın coğrafi konumu,
etnolojik oluşumlara ve gelişmelere, tarihin akışına çok etkili olmuştur. Tarih
boyunca önemini her devirde koruyan Kafkasya, jeostratejik önemini günümüzde de
devam ettirmektedir.
***
Bölgede bulunan enerji kaynakları ile
ilgili olarak değerli araştırmacı Haktan BİRSEL şu tespiti yapmaktadır: ‘’Dünyanın en iyi stratejistlerinin,
teorilerini oluştururken, birinci hedef olarak Orta Asya’yı göz önüne
almalarının en büyük sebebi, bu bölgenin sahip olduğu zengin enerji
kaynaklarıdır’’
.
***
Gün geçtikçe yükselen Arap
milliyetçiliğinin odak noktası petroldü. 1950’lerden itibaren resmi düzeyde
olmasa da Arap petrol uzmanları, birçok toplantılar yapmış, temaslarda
bulunmuşlardır. Başlarda bu toplantıların konusu İsrail’e karşı bir petrol
bloğu kurmak ve bunun, kara liste ve benzer yollarla uluslararası şirketlere uygulanması
şeklinde ekonomik önlemlerdi. Petrol, o dönemde, tüm diğer silahların yanında
Arapların çıkarabileceği en kuvvetli silah olmaya adaydı.
***
Ambargo, dünya petrolünde yeni bir
gelişmenin işareti oldu. Nasıl savaş, ‘’generallere bırakılmayacak kadar önemli
‘’ kabul edilmişse, şimdi petrol de petrolcülerin eline bırakılmayacak kadar
önemli hale gelmişti.
***
Dünyanın gelişmiş devletleri için yeni
keşfedilen petrol alanları ve ihtiyaç duyulan petrolün temini çok önemliydi.
Fiyat dürtüsü ve güvence motifi OPEC’in dışında petroldeki gelişmeyi zorunlu
kılıyordu. Çünkü Orta Doğu petrolünün Batı dünyasına karşı bir silah olarak
kullanılması, Batılı güçleri başka bölgelere yöneltmiştir. Çalışmalar sonucu
yeni geliştirilen kaynaklardan en önemlileri Alaska, Meksika ve Kuzey Denizi
idi. Buralarda yapılan yoğun çalışmalar sonuç vermiş ve zamanla da üretime
geçilmişti.
***
Arama amaçlı bir sondaj kuyusu
açılıncaya değin petrolün varlığı kesin olarak bilinemez. Sondaj, karmaşık ve
genellikle riskli bir işlem olduğu için sadece beklenen getirisi yeterince
yüksek alanlar araştırmaya açılır. Ancak hiçbir jeofizik aleti veya metodu,
yerin derinliklerindeki petrolü doğrudan doğruya tespit edemez. Sadece petrolün
içinde bulunması ihtimali olan kapanları tayin edebilir. Jeofizik biliminin son
yıllarda yaygın olarak kullanılan yöntemleri arasında sismik, gravite ve
elektrik yöntemleri sayılabilir.
***
Dünya üzerindeki petrol rezervlerinin
%65.3’ü Orta Doğu bölgesinde bulunmaktadır. Suudi Arabistan tek başına
rezervlerin %25’ine sahip bulunmakta ve onu %11’lik bir pay ile Irak, %9’arlık
paylarıyla Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve İran izlemektedir. Bölgenin
rezervleri 1980’li yıllarda büyük artış göstermiş, daha sonra 1990’lı yıllarda
Irak’ın rezervlerindeki 12,5 ve Katar’ın rezervlerindeki 9,5 milyar varil
artışın dışında genel olarak sabit kalmış veya azalmıştır.
***
Dünya Enerji Konseyi’nin tahminlerine
göre, dünyadaki petrol rezervleri 2040-2060 yılları arasında tükenme noktasına
gelecektir. Halen günlük dünya petrol talebinin, önümüzdeki yıllarda (2010 yılı
için), 97,1 milyon varil (yaklaşık olarak 4,8 milyar ton) civarında olacağı da
düşünülürse durumun ciddiyeti anlaşılacaktır.
Günlük 75 milyon varil dünya petrol
tüketimi göz önüne alındığında, bilinen petrol rezervi 860 milyar varil olduğu
için, 30 yıllık bir tüketimi karşılayabilir. Bilinen yataklarda rezerv
geliştirme ile sağlanacak 610 milyar varil petrol, 20 yıllık bir tüketimi daha
karşılayabilir. Keşfedilecek yataklardan sağlanacak 660 milyar varil petrol ise
de 22 yıllık bir tüketime daha cevap verebilir. 2000 yılında hazırlanan ve 30
yıllık süreci kapsayan bu projeksiyona göre, doğal gaz dışında petrolün
geleceği 70-75 yıldır.
***
Son otuz yılda dünya enerji ihtiyacı
yıllık ortalama %3,3’lük bir hızla artmaktadır. Dünya nüfusunun da tahminen
2020’ye kadar %85’i gelişmekte olan ülkeler de olacağından, petrolün bu
yıllarda enerji ihtiyacını karşılamada en yoğun kullanılan kaynak olacağı
muhtemeldir.
Petrole olan aşırı ihtiyaç, ikame
enerji kaynaklarına ulaşma çabalarını arttırmıştır. Bunun bir sonucu olarak,
son 25-30 yıldaki bu çabalarla doğal gazın enerji kaynakları içerisinde hızlı
bir şekilde yükselmesine ve daha çok pay almasına sebep olmuştur. Bu enerjinin
üretiminin ve kullanımının her geçen gün daha da arttığı görülmektedir.
***
Petrolün ticari amaçla ilk kullanışı
Rusya’da olmuş ve 1820’de Bakü yakınlarında, ilk rafineri anlamında işleme
kompleksi kurulmuştur. Bu kompleksin kuruluşundan günümüze kadar petrolün
ticari geçmişi incelendiğinde, petrol ticaretinin her geçen gün arttığını
görmemiz mümkündür.
***
Doğal kaynaklar arasında enerji
kaynaklarının özel bir yeri vardır. Bu gün olduğu gibi tüm çağlar boyunca da,
insanoğlu, üretimde bulunabilmek için enerji kaynakları sağlamak kaygısını
duymuştur. Önceleri insan gücü enerji sağlayan başlıca kaynak iken, sonraları
hayvan gücünden, su ve rüzgâr gücünden yararlanılmaya başlanmıştır. Buhar
enerjisinden yararlanılarak yapılan üretimle birlikte ortaya çıkan endüstri
devrimine dek, kullanılan tüm enerjinin %80-85’i canlılarla sağlanmakta idi.
Sanayi devriminin hızlanması ve yayılmasıyla buhar enerjisinin kullanımı da
artmış ve buna bağlı olarak kömür, enerji sağlayan başlıca hammadde olarak önem
kazanmıştır. Petrolün enerji sağlayan kaynaklar arasında büyük ölçüde önem
kazanması ise Birinci Dünya Savaşı’nın ertesine rastlar.
Petrol, çağımız insanının refahında ve
medeniyetin gelişmesinde birinci derecede rol oynamaktadır. Zira petrolün
kullanım alanı çok geniştir. Endüstrinin çarklarının dönmesini sağlayan yine bu
enerji kaynağıdır.
***
Enerji kaynağı olarak tüketiminin
artması ve yaygınlaşmasıyla petrol, önemli bir enerji kaynağı durumuna
gelmiştir. Ayrıca kullanım sahasının çok geniş olması da bu enerjinin doğal
kaynaklar arasındaki göreli önemini arttırmıştır. Kaldı ki petrol, enerji
kaynağı olarak önemini büyük ölçüde yitirse bile, çeşitli maddelerin üretiminde
kullanıldığı için önemini yine de sürdürecektir. Çünkü petrol, doğrudan üç bin
ve dolaylı olarak da bir o kadar ürünün hammadde veya katkı maddesini oluşturmaktadır.
Öte yandan, 20. yüzyılın başlarından
itibaren petrolün denetimini ve pazarlanmasını elinde tutmak, ulusal ve
uluslararası düzeyde etkin bir güç olmanın simgesi haline gelmişti. Ayrıca
petrol, eskiden olduğu gibi günümüzde de güç mücadelesinde önemli bir kuvvet
dengesini oluşturmaktadır.
***
Günümüz dünyasında da petrol, kandan
daha değerli olduğunu kanlı savaşlarla defalarca ispatlamıştır. Zira 20.
yüzyılda çıkan savaşların büyük çoğunluğunun perde arkasında petrolün olduğu
gerçeğini görmemiz mümkündür.
***
Petrolün tarihini incelediğiniz zaman
göz önüne gelen gerçek tablo şudur: Petrol politik, ekonomik ve askeri olarak
paraya ve güce çevrilebilen en uygun maddedir.
***
Petrol ve petrol ürünleri hacim
bakımından dünya ticaretinin yarısından fazlasını teşkil etmekte ve petrol
üreten ülkelerle, petrol tüketenler arasındaki mesafe, petrol sorununa
jeopolitik bir nitelik kazandırmaktadır. Petrol, sadece sanayileşmiş toplumlar
açısından değil, askeri bakımdan da çok önemli olduğu için, tüm ülkeler açısından
kontrol altında tutulması gereken stratejik bir madde olmuştur.
***
1859’da ABD’de açılan ilk ticari
petrol kuyusundan çıkarılan petrolün kaderi, yirminci yüzyıl başında
gerçekleşen bir keşifle değişti. Bu keşif, ateşleme ile çalışan motorum icadıdır.
Bu buluş, otomobil endüstrisinin hızla gelişmesine neden oldu. Kısa sürede ABD,
İngiltere, Fransa ve Almanya’da taşıt sayısı milyonlara ulaştı. Petrol, o
dönemde kömürden daha pahalı olmasına karşın daha önemli avantajlara sahipti.
Temizliği, kolay depo edilişi ve fazla enerji vermesi petrolü daha ön plana
çıkarıyordu.
***
Yirminci yüzyılın başına kadar enerji
diplomasisinin mevcudiyetinden bahsetmek güçtür. O döneme kadar enerji
diplomasisinin ayrı bir diplomasi konusu olmasını gerektirecek koşullar henüz
ortaya çıkmamıştı. Ancak geçen yüzyılın başından itibaren ortaya çıkan
gelişmeler, enerji diplomasisinin ayrı bir diplomasi alanı olarak gündeme
gelmesine ve uluslararası ilişkilerde belirleyici bir nitelik kazanmasına neden
olmuştur. Bunun sebebi de, yirminci yüzyılın başında ülkelerin kalkınma ve
sanayileşmesinin enerji kaynaklarına iyice bağımlı bir hale gelmesidir.
***
Yirminci yüzyılın başından itibaren
savaş gemilerinin ve savaş araçlarının petrol ile çalışması yönünde önemli
adımlar atılmıştır. Yani, petrolün dünya sahnesinde gittikçe daha fazla önem
kazanıyor olması, o dönemin güçlü devletlerinden olan Almanya, İngiltere ve
Fransa’yı harekete geçirmiş, petrole sahip olmama eksikliğini telafi yollarına
yönelmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Orta Doğu bölgesinde oynanan
oyunlar bir anlamda bu ülkelerin petrol kaynaklarına daha yakın ve kaynaklar
üzerinde daha etkili olma mücadelesi idi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya
siyasetindeki en önemli gelişmeler; SSCB’nin Orta Doğu’da ön plana çıkma
girişimleri ve buna karşı ABD’nin bölgede etkinliği arttırma arzusu olarak göze
çarpmaktadır. ABD ve Sovyetler Birliği’nin Orta Doğu enerji kaynakları üzerindeki
mücadelesi, belki de, Soğuk Savaş döneminin en çarpıcı mücadelelerinden birini
oluşturmuştur.
***
Enerji diplomasisi son on yılda
ülkemiz açısından da son derece önem kazanmıştır. Enerji diplomasisinin ülkemiz
açısından neden büyük önem taşıdığını aşağıdaki hususlar yeterince
açıklamaktadır.
- Türkiye, dünya toplam petrol ve doğal gaz rezervlerinin yaklaşık %70’inin bulunduğu bir bölgede yer almaktadır.
- Türkiye, Orta Asya ve Kafkasya doğal gaz ve petrolünü Batı pazarlarına iletecek enerji terminali olma konusunda ve iddiasındadır.
- Türkiye, toplam enerji ihtiyacının yaklaşık %65’ini yurt dışından karşılamaktadır. Türkiye’nin büyük oranda dışa bağımlılığı, enerji güvenliğinin sağlanması açısından önem arz etmektedir.
- Türkiye’nin enerji talebi yılda yaklaşık %5 oranında büyümektedir. Bu oran, OECD (Avrupa Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) ülkeleri arasındaki en yüksek oranlardan biridir.
- Türkiye, Orta Asya ve Kafkasya doğal gaz ve petrolünü Batı pazarlarına iletecek enerji terminali olma konusunda ve iddiasındadır.
- Türkiye, toplam enerji ihtiyacının yaklaşık %65’ini yurt dışından karşılamaktadır. Türkiye’nin büyük oranda dışa bağımlılığı, enerji güvenliğinin sağlanması açısından önem arz etmektedir.
- Türkiye’nin enerji talebi yılda yaklaşık %5 oranında büyümektedir. Bu oran, OECD (Avrupa Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) ülkeleri arasındaki en yüksek oranlardan biridir.
Yukarıdaki belirtilen hususlar, enerji
diplomasisinin Türkiye açısından ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
Türkiye’nin, enerji diplomasisinin gereklerini yerine getirdiği ve enerji
diplomasisine verdiği değer ölçüsünde, bölgesindeki gücünü ve önemini
arttıracağı gerçeğini hatırdan uzak tutmamalıyız.
***
Dünyada sürdürülen enerji
mücadelesinin en büyük ve tecrübeli aktörlerinden biri Amerika’dır. Dünyanın en
büyük ekonomisine ve gelişmiş sanayisine sahip olan ABD, her geçen yıl ciddi
oranda artan bir enerji tüketimine sahiptir. ABD’nin enerji tüketimi, ülkenin
geleceği açısından artık bir güvenlik meselesi olarak algılanmaya başlamıştır.
Çünkü ABD, dünyada üretilen petrolün yaklaşık %25’ini tek başına tüketen
ülkedir. Halen günlük 75 milyon varil olan tüketiminin 2010’lu yıllarda 95
milyon varile ve 2020’lerde ise 115 milyon varile yükseleceği tahmin
edilmektedir.
***
ABD yönetimi, ülkenin güçlü
ekonomisini uzun yıllar ayakta tutabilmek ve süper güç olarak kalabilmek için,
son yıllarda çok büyük stratejiler geliştirmiş ve uygulamaya koymuştur. ABD,
enerji kaynaklarına sahip olmak için ‘’yenidünya
petrol düzeni’’ adı verilen kapsamlı ve uzun vadeli bir siyaset
uygulamaktadır. Körfez savaşları bu projenin ilk adımlarını oluşturmaktadır.
Projeler uygulanırken de terör, demokrasi ve özgürlük gibi kavramlar bahane
edilmektedir.
***
Dünyadaki enerji mücadelesinin en
tecrübeli aktörlerinden bir diğeri ise İngiltere’dir. Bir zamanlar ‘’güneş
batmayan ülke’’ konumundaki bu devlet, dünya savaşlarının her ikisinde olduğu
gibi daha öncesinden de, enerji kaynaklarının paylaşımında hep söz sahibi
olmuştur. Günümüzde ise yine, dev petrol şirketleriyle varlığını hissettirmekte
ve büyük enerji ihalelerinden aslan payını alabilmektedir. Tabii ki, ABD şirketleri ile güç birliği
yapmayı da ihmal etmemektedir.
20. yüzyılın ‘’petrol yüzyılı’’ olarak
anılmasında en büyük pay, elbette ki İngiltere’nindir. Çünkü İngiltere,
belirtildiği gibi petrolün ticaretinde ve yaşanan petrol savaşlarında her zaman
başrolü oynamış bir ülkedir.
***
1900’lerden itibaren petrolün önemini
kavrayan İngiltere, Osmanlı’nın topraklarını bölerek Arabistan, Irak, Filistin
başta olmak üzere kurduğu manda rejimleri ile petrol savaşlarında kazançlı
çıkmasa da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD ve Sovyetlerin güçlü ve ince
politikaları karşısında Orta Doğu’daki nüfuz alanlarını bu iki süper güçten
ABD’ye terk etmek zorunda kalmıştır.
***
Enerji kaynaklarından özellikle de hidrokarbon
yatakları, Rusya Federasyonu için çok önemlidir. Çünkü enerji üretimi ve
ihracatı, Rus ekonomisinde önemli bir yer teşkil etmektedir. Bütçe gelirlerinin
%40’ını, ihracat gelirlerinin yaklaşık %50’sini ve endüstriyel üretim değerinin
ise %30’unu tek başına enerji oluşturmaktadır
.
Günümüzde Rusya Federasyonu,
Kazakistan ve Azerbaycan hidrokarbon kaynaklarını dış pazarlara taşıyan mevcut
boru hatlarının çoğunun geçtiği güzergâhlara sahip bulunmaktadır. Jeopolitik
alanda, Rusya, petrol endüstrisini geliştirmekle ve bölgedeki enerji
ihalelerine kendi şirketlerinin katılımıyla ekonomik ve politik güvenliğini
kuvvetlendirecektir. Rusya’nın enerji stratejisinin ana unsurunu, Hazar Bölgesi
ülkelerinin hidrokarbon zenginliği olduğuna işaret etmek önemlidir.
***
Çin büyüyen ekonomik gücünü nüfus ve
coğrafyasının sağladığı güç ile de birleştirerek, 21. yüzyılda süper güç olmaya
çalışmaktadır. Çin, bir dünya devleti olabilmek için Rusya ve İran ile
geliştirdiği stratejik ortaklığın yanı sıra, dünyanın çeşitli bölgeleri ile ticari
ilişkilerini geliştirmekte ve bölgesel projelerin yapımına da talip olmaktadır.
***
Çin’in belirtilen hedefleri
doğrultusunda ihmal etmeyeceği bir husus elbette ki enerji kaynaklarına sahip
olmaktır. Bu sebeple Çin, petrol ve doğal gaz konusunda dünya gündemine gelmiş
olan Kafkasya ve Orta Asya ülkelerine yönelmiştir. Buralardaki enerji
ihalelerinden önemli paylar elde etmeye başlayan Çin, Kazakistan’dan petrol,
Türkmenistan’dan ise doğal gaz almak için çeşitli anlaşmalar imzalamıştır.
Ayrıca Rusya’dan da petrol ve doğal gaz alma girişimlerinin olduğu
bilinmektedir.
***
Birinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle,
Avrupalı şirketler gibi Amerikalı şirketler de kendi ülkelerinin dışında yeni
petrol kaynaklarına ihtiyaç duyunca, petrol şirketlerinin rekabet ortamına
devletler de girmeye başlamıştır. Devletlerin de bu acımasız rekabette yer
alması, kanlı savaşları da beraberinde getirmiştir.
***
Doğal gaz; metan(CH4),
etan(C2H6) ve propan(C3H8) gibi
hafif moleküler ağırlıklı hidrokarbonlardan oluşan renksiz, kokusuz ve havadan
hafif bir gazdır. Yeraltında yalnız başına veya petrol ile birlikte
bulunabilir. Petrol gibi doğal gaz da kayaçların mikroskobik gözeneklerinde
bulunur ve kayaç içerisinde akarak üretim kuyularına ulaşır. Doğal gaz, yüzeyde
ayrıştırılarak içerisinde bulunan ağır hidrokarbonlar (bütan, pentan vb)
uzaklaştırılır.
***
İlk modern üretim ve tüketim
tekniklerine 19. yüzyılda ABD’de rastlanmaktadır. William HART, 1882 yılında
New York eyaletinde Erie Gölü yakınlarında yaklaşık 9 m derinlikten 4 cm
çapında bir boruyla çıkarttığı doğal gazla Freodania kasabasını
ışıklandırmıştır. Doğal gazın ticari amaçlı kullanımı, gaz endüstrisinin babası
olarak bilinen İskoç mühendisi William MURDOCK’un kömürden gaz elde etme
tekniğini geliştirmesiyle 18. yüzyılda hız kazanmıştır.
***
Taşınması, işlenmesi ve stoklanması
kolay olan doğal gazın yaygın kullanıma girişi 1890’da İngiltere’de olmuştur.
Boru hattı taşımacılığının uygulamaya konulmasıyla 1920’lerde artan doğal gaz
kullanımı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra daha da gelişmiştir.
Endüstrileşmiş ülkelerde doğal gaz
kullanımının çevresel ve ekonomik faktörler nedeni ile elektrik üretiminde
yaygın olarak kullanıldığı, gelişmekte olan ülkelerde ise buna ek olarak, şehir
ısıtması ve endüstriyel yakıt ihtiyacı için de yaygın olarak kullanıldığı
bilinmektedir. Bugün için doğal gazın yaygın kullanımını sınırlayan en önemli
faktör, yeterli altyapının bulunmamasıdır.
***
Dünyada doğal gaz kaynaklarının bölgesel
dağılımına bakıldığında, rezervlerin petrole göre daha geniş bir alanda
dağıldığı görülmektedir. Orta Doğu Bölgesi petrol rezervlerinin %65’ine sahip
olduğu halde doğal gaz rezervlerinin %35’ine sahip bulunmaktadır. Sınırlı
petrol rezervlerine sahip bazı bölgeler doğal gaz kaynaklarının daha büyük bir
kısmına sahiptirler.
***
Gelişmiş ülkelerin yarım asırdır
kullandığı doğal gazın tahminleri 2020’ye kadar her yıl %3,2 artarak 4,6
trilyon m3’e yükselecektir. Böylelikle doğal gaz, dünya enerji
talebinde %25’lik paya ulaşacaktır.
Doğal gaz elektrik üretiminde giderek
artan oranda kullanılmaktadır. 2020 yılına kadar, elektrik enerjisi üretimi
için kullanılan doğal gaz miktarının toplam doğal gaz üretiminin %33’üne
ulaşması beklenilmektedir. Doğal gaz, santrallerde ekonomik olarak türbinlerin
etkinliğini sağlanmasının yanı sıra, çevre etkileri nedeniyle de tercih
edilmektedir. Doğal gaz yakıldığında, kömür ve petrole göre daha az
sülfürdioksit, karbondioksit ve atık açığa çıkmaktadır.
***
Enerji denilince akla gelen petrol ve
doğal gazı, dünya devletleri, 1990’lı yıllara kadar büyük çoğunlukla Orta
Doğu’dan ithal ediyorlardı. Enerji konusunda ilginin Orta Doğu’dan Orta Asya ve
Kafkaslar’a kayması ve bu bölgelerin son yıllarda giderek artan biçimde dünya
kamuoyunun gündemine gelmesi iki tarihsel olaydan kaynaklanmaktadır. Bunlardan
ilki, SSCB’nin dağılması ve 11 Eylül 2001’de ABD’yi hedef alan terörist
saldırılardır.
Sovyetler Birliği’nin dağılması,
bölgeye ilişkin bilgilerin dünya kamuoyunda daha yaygın ve serbest dolaşmasının
ve bölge kaynakları üzerinde Sovyet egemenliğinin kırılmasının alt yapısını oluşturmuştur.
11 Eylül olayı ise, enerji aktarımının güvenlik meselesinin altını çizmiş, Orta
Doğu’da alternatif enerji kaynaklarının daha fazla öne çıkmasına yol açarak
uluslararası ilgiye ve yatırımlara kaynak olmuştur.
Günümüzde alternatif hidrokarbon
rezervlerinin aranması, dünyanın giderek artan nüfusu ve buna bağlı olarak
artan enerji ihtiyacının karşılanması için bir zorunluluktur. Bu durumda, Hazar
Bölgesi ülkeleri, zengin enerji kaynakları sebebiyle Batılı devletlerin ve
enerji piyasasındaki dev şirketlerin dikkatini yönelttiği ülkeler olmuşlardır.
Bölge ülkelerindeki enerji kaynaklarının dünya pazarlarına ulaştırılması için
gerekli olan boru hatları üzerinde söz sahibi olabilmek ve bölgede etkinlik
kazanabilmek adına, güçlü devletler ile uluslararası şirketler büyük bir
rekabet içine girmişlerdir.
***
Azerbaycan tarihinde, başkent Bakü ile
petrol ayrılmaz birer ikili olmuşlardır. Bakü’de 2600 yıldır insanların yanan
suyun değerini bildikleri ve insan yaşamının olmadığı Hazar Bölgesi’nde elde
edilen petrolle ateşler yakıldığı belirtilmektedir. Hatta petrol, Arapların
kullandığı meşhur Rum ateşinin elementlerinden birisi idi. Petrol çıkarımına
ilişkin ilk gerçekçi bilgiler Bakü’nün yerleşik bulunduğu Abşeron
Yarımadası’ndaki petrol çıkarımına ilişkin olarak 7. ve 8. yüzyıla kadar
dayanmaktadır. Bu dönemde petrolün, çok ilkel ve doğal yollarla elde edildiği
kaynaklarda belirtilmektedir.
***
Rus ordusuna tüfek yapımı için ceviz
ağaçları aramak üzere 1873 yılında Bakü’ye gelen Robert Nobel, neftin, Hazar
Denizi kıyısında ilkel yöntemlerle çıkarıldığına şahit olmuştur. Görmüş
oldukları, asıl gelişme amacını bir kenara bırakıp petrol işine girmesine
yetecektir. Aynı yıl, Rus Çarı’ndan aldıkları imtiyazla ilk rafinerilerini
kurarak Bakü’deki petrol endüstrisine adım atan İsveçli Nobel Kardeşler,
1878’de Hazar Denizi’nde dünyanın ilk petrol tankerini (Zoroaster) hizmete
sokmuşlardır. Daha sonra, petrol taşıma amacı ile inşasına başlanıp finansman
sıkıntısından yarım kalan Bakü-Batum demiryolu için finansman sağlayan Musevî
asıllı Fransız Rotschild’lar da yıldızı parlayan bu sektöre girmişlerdir. 1883
yılında Bakü-Batum demiryolunun inşası tamamlandığında, Batum, dünyanın en
önemli petrol limanlarından birisi haline gelmiştir. Kafkas petrollerinin ele
geçirilmesi sürecinde dönüm noktası sayılabilecek bu olay, Rusya petrol
ihracatında büyük bir artış döneminin de başlangıcı olmuştur.
***
İkinci Dünya Savaşı sırasında Bakü
petrol yatakları, İngiltere, Fransa ve ABD’nin de dikkat merkezindeydi.
Almanya’nın Bakü petrol yataklarını elde etmesini önlemek ve Sovyetler
Birliği’ni zayıflatmak amacıyla, söz konusu devletler Bakü’yü bombalamayı
düşünmüşlerdi. Ancak Hitler’in Hollanda, Fransa ve Belçika’yı 22 Haziran 1940
‘da işgal etmesiyle Bakü petrol yatakları da söz konusu devletlerin hedefinden
çıkmış oldu. Hitler, Bakü petrolünü ele geçirmek için büyük mücadele vermiş
olmasına rağmen, başarılı olmayarak amacına ulaşamadı. Sovyetler Birliği ise
Azerbaycan petrolleri sayesinde Almanya’ya karşı galip gelerek İkinci Dünya
Savaşı’nı kazandı.
Savaş yıllarında SSCB’nin yakıt
ihtiyacının tamamına yakın bir kısmını Azerbaycan’ın karşıladığı göz önüne
alındığında, Azerbaycan’ın mevcut önemi daha fazla anlaşılmaktadır.
***
1991 yılında SSCB’nin dağılması,
petrol üretimindeki yeni dönemin de başladığı sinyalini veriyordu. Çünkü
birliğin dağılmasıyla birlikte, bölünen petrol ve doğal gaz sisteminin coğrafi
bölünmesinden ziyade fonksiyonel bölünmesi sorun olmuştur. Petrol ve doğal gaz;
Rusya, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan’da elde edilirken,
petrol işleme tesislerinin önemli kısmı Beyaz Rusya, Azerbaycan ve Ukrayna’da
kalmıştır. Sovyet enerji sistemi bir homojen sistem olarak idari bölgeleri göz
önünde bulundurmamıştır. Sovyetler Birliği dağılır dağılmaz, Rusya’dan başlayan
Merkez-Kuzey Kafkasya doğal gaz boru hattının bir bölümü Ukrayna’da kalmıştır.
Ayrıca yer altı doğal gaz biriktirme kapasiteleri de Ukrayna’da bulunmaktadır.
***
Yabancı şirketlerin Hazar Bölgesi
petrolünden pay almak üzere bölgeye gelerek mücadeleye koyulmalarının temel
nedenleri arasında; Hazar’ın üretim potansiyelinin büyük olması, geçmişte elde
edilme imkânı olmayan yatırımın bugün için cezbedici özelliği, gerçek
potansiyelin tespit edebilme imkânının katılımla mümkün olabilmesi ve
üretilecek petrolün yerel ihtiyaçların ötesinde dünya piyasalarına arz edilecek
olmasıdır.
***
Hazar, muhtemelen dünyanın
araştırılmamış ve büyük oranda da işletilmemiş son enerji bölgelerinden
biridir. Dolayısıyla bu bölgedeki enerji kaynaklarının arama ve geliştirme
çalışmalarına açılması, petrol şirketleri arasında büyük bir ilgiye yol
açmıştır. Bölgede bulunan hidrokarbon yataklarının potansiyeli hakkında çeşitli
kaynaklarda değişik oranlarda rakamlar göze çarpmaktadır. Genel bir fikir
vermesi açısından konuyla ilgili olarak aşağıdaki istatistikî bilgilere yer
verilmiştir.
Uluslararası
Enerji Ajansı’nın verdiği rakamlara göre, Hazar Havzası’nın ispatlanmış petrol
rezervi 15-40 milyar varil, olası rezervleri ise 70-150 milyar varil
arasındadır.
ABD
Enerji Bakanlığı; Kazakistan, Azerbaycan ve Türkmenistan’ın
petrol rezervlerini 18-34 milyar varil olarak vermektedir. Olası rezervler de
hesaba katıldığında, bölgenin 260 milyar varil gibi önemli bir potansiyele
sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu miktar, dünya rezervlerinin %25’ine
karşılık gelmektedir.
ABD
Dışişleri Bakanlığı raporlarına göre, Hazar’da henüz keşfedilmemiş en az
163 milyar varil daha petrol var. Toplamı 179 milyar varili buluyor.
Beklentiler 200 milyar varile ulaşılması yönündedir. Bu rakamlar, ispatlanan
rezervlere dönüştüğü takdirde, Hazar’ın rezerv açısından dünya üçüncüsü oluşu
kesinleşecektir.
***
Hazar Havzası devletlerinin sahip
oldukları enerji kaynaklarını kullanmalarındaki zorlukları da şu şekilde
sıralayabiliriz: a. Enerji
kaynaklarının pazarlara nakli sorunu b.
Hazar Denizi’nin hukuki statü sorunu c.
Rusya Federasyonu’nun bölgedeki tekeli ç.
Milli sermaye sıkıntısı d. Hantal ve
yetersiz teknoloji.
Ayrıca Hazar enerji kaynaklarının
büyük bir kısmına sahip olan bölge devletlerinin bu kaynaklardan etkin bir
şekilde faydalanabilmesinin ön koşulu, bunları uluslararası pazarlara
sunumudur. Coğrafi özellikleri itibariyle birer kara devleti konumunda bulunan
bu ülkeler uluslararası pazarlara ulaşmada sorunlarla karşılaşmaktadırlar.
***
Dünyanın ilk petrol üretim bölgesi
olan ve bir dönem dünya petrol üretiminin yaklaşık üçte ikisini tek başına
karşılayan Bakü petrollerinin, Sovyetler Birliği’ne İkinci Dünya Savaşı’nı
kazanmasında büyük katkısı olmuştur. Ancak, fiili olarak yaklaşık 200 yıldır
Azerbaycan’da kullanılan petrolün bu ülke vatandaşlarına refah ve mutluluk
getirdiğini söylemek pek mümkün değildir. Gerek hanlıklar ve Çarlık Rusya’sı
döneminde, gerek SSCB döneminde petrol, Azerbaycan için hep savaşlar, işgaller
ve sorunlar getirmiştir.
***
Ana hatları itibarı ile AB’nin enerji
politikası üç temel hususa dayandırılmaktadır. Bunlar; arz güvenliği, rekabetin
arttırılması ve çevre kirliliğinin önlenmesidir.
***
Rusya Federasyonu, bölgede bulunan
Türk Cumhuriyetleri’ni bir an için bile boş bırakmamaya çalışıyor. Bu ülkelerde
her gün bir Rus heyeti ya da Rus hükümet temsilcisi görüşmelerde bulunuyor.
Rusya’nın Türk Cumhuriyetleri’ne ve Hazar Havzası ülkelerine yönelik
politikasında hareket noktasını enerji oluşturuyor. Enerji stratejisinde, Türk
Cumhuriyetleri’nin kontrolü ve Türkiye’nin bağımlı kılınması önem taşıyor. Bu
politikanın temelini ise boru hatları stratejisi oluşturmaktadır.
***
Belirtilen enerji doktrininin ana hatları aşağıda maddeler halinde verilmiştir:
a. Rusya enerji taşıyıcıları için güvenilir dış ticaret kapılarının genişletilmesi ve açık tutulması
b. Rus şirketlerinin yabancı ülkelerin enerji kaynaklarına ulaşmasına imkân sağlanması
c. Dış ülkelerin enerji sektöründe Rus sermayesinin rolünün arttırılması
d. Yabancı sermaye ve tecrübenin ülkeye akışının teşvik edilmesi
e. Rus enerji taşıyıcılarının transit geçişini temin edici tedbirlerin alınması
a. Rusya enerji taşıyıcıları için güvenilir dış ticaret kapılarının genişletilmesi ve açık tutulması
b. Rus şirketlerinin yabancı ülkelerin enerji kaynaklarına ulaşmasına imkân sağlanması
c. Dış ülkelerin enerji sektöründe Rus sermayesinin rolünün arttırılması
d. Yabancı sermaye ve tecrübenin ülkeye akışının teşvik edilmesi
e. Rus enerji taşıyıcılarının transit geçişini temin edici tedbirlerin alınması
Rusya bu nedenle LUKOIL’in Hazar’daki
çalışmalarını, Gazprom Şirketi’nin Kazakistan ve Türkmenistan doğal gaz
yataklarına geri dönmesini, Rus şirketlerinin uluslararası boru hattı
projelerinde yer almasını teşvik etmiştir, etmektedir.
Öte yandan, Rusya Federasyonu’nun,
Kafkasya ve Orta Asya enerji kaynakları ve boru hatları üzerindeki hâkimiyetini
kaybetmesi ile aşağıdaki durumlar ile karşılaşması kaçınılmazdır. Bunlar:
1. Yüklü miktarda aldığı taşıma ücretinden mahrum kalacaktır.
2. Petrol ve doğal gaz fiyatlarını istediği gibi belirleyemeyecektir.
3. Petrol ve doğal gaz üzerindeki kontrolü sayesinde bölge devletlerinin siyasi, diplomatik, ekonomik ve sosyal hayatına istediği gibi müdahale etme imkânını kaybedecektir.
4. Zamanla kuzeye doğru geri çekilmeye devam edecektir.
5. İleriki dönemde bölgeyi ABD ve Çin gibi güçlere terk etmek zorunda kalabilecektir.
2. Petrol ve doğal gaz fiyatlarını istediği gibi belirleyemeyecektir.
3. Petrol ve doğal gaz üzerindeki kontrolü sayesinde bölge devletlerinin siyasi, diplomatik, ekonomik ve sosyal hayatına istediği gibi müdahale etme imkânını kaybedecektir.
4. Zamanla kuzeye doğru geri çekilmeye devam edecektir.
5. İleriki dönemde bölgeyi ABD ve Çin gibi güçlere terk etmek zorunda kalabilecektir.
***
Dış politikasının ana çizgisini Batı
ile ilişkilerin oluşturduğu kısa bir dönemin ardından Rusya Federasyonu, 1992
yılının sonunda, eski Sovyetler Birliği devletlerinin kendi özel nüfuz alanı
olduğu sonucuna vardı. Rusya’da ‘’Yakın Çevre Doktrini’’ olarak bilinen
politikası doğrultusunda Rusya, kendisini eski Sovyet cumhuriyetlerinde barış
ve istikrarın tek garantörü olarak algılamıştır.
Rusya Federasyonu’nun yakın çevre
politikası oluşturma gerekçeleri ise şunlardır:
1- Avrasya jeopolitiğini askeri ve siyasi alanda kontrolü altında bulundurmak ve gerektiğinde kendi yayılma alanları ve savunma çevresini belirlemek.
2- Yakın çevrede gelişebilecek, etnik ve siyasi bütünlüğü bozabilecek akımların etkisini kırmak.
3- Sovyet cumhuriyetlerinde kalan Rus azınlığın hak ve çıkarlarını korumak, bu gerekçeyle mümkün olduğu ölçüde onları ilgili yönetimlerde söz sahibi kılmak.
4- Sanayi ve ekonominin temel girdisi olan petrolün ve doğal gazın çıkarılması, taşınması ve pazarlamasında kontrol noktalarını elde tutmak.
***
SSCB’nin 1991’de dağılmasıyla,
kuzeyden gelecek tehdit korkusu önemli ölçüde azalan İran’ın, Rusya’nın
1993’ten itibaren ‘’yakın çevre’’ diye niteleyip özel çıkarlarının olduğunu öne
sürdüğü Kafkaslar ve Orta Asya konularında, Moskova’nın öncelikli konumunu
kabul etmesi, iki ülke arasındaki yakınlaşmada önemli rol oynamıştır.
Bunun yanında, her iki ülke, Kafkasya
ve Orta Asya devletleriyle yakın dil ve kültür bağları bulunan Türkiye’yi ve bu
ülke ile beraber hareket eden ABD’yi adı geçen bölgelerden uzak tutmak
konusunda uzun süreden beri işbirliği içindedir. Hazar Havzası’nın önemli
enerji kaynaklarının paylaşım durumu, bu işbirliğini daha da güçlendirmektedir.
İran’ın Rusya’ya yeni yaklaşımı, demokrasi sürecinin işleyeceği ve tekrar
emperyalist bir güç olmayacağı şeklindedir.
Ayrıca, Rusya’nın İran ile olan
yakınlaşmasının önemli sebeplerinden biri de, Batı’nın, özellikle de ABD’nin
bölge ile olan ilişkilerinde Türkiye ile beraber hareket etmek istemeleridir.
Türkiye’nin bölge ile tarihi, kültürel bağlardan öte, derin bir milli bağı
bulunmaktadır. Aynı dili konuşan akraba halkların uzun bir ayrılık döneminden
sonra Türkiye ile yakın bağlar kurmaya başlamaları, Rusya’yı endişelendirmiş ve
alternatif stratejiler geliştirmeye sevk etmiştir. Bu da bazı konularda bölgede
Türkiye’ye rakip olan İran ile ortak hareket etmek şeklinde olmuştur.
***
SSCB’nin dağılması ve Kafkasya ve Orta
Asya’da sekiz yeni bağımsız devletin kurulmasıyla, bölge jeopolitiğinde meydana
gelen yapısal değişiklik karşısında İran, yeni bağımsızlığını kazanmış
ülkelerle genişlemiş olan yeni jeopolitik ve ekonomik durumuna bağlı olarak
kendisine uygun bir rol saptamaya çalışmaktadır.
İran, Sovyetlerin dağılmasından sonra
ortaya çıkan bu yeni yapılanmayı uluslararası arenada devam eden yalnızlığından
sıyrılabilmek için kullanabileceği bulunmaz bir fırsat olarak algılamıştır.
Ayrıca, dağılmanın ardından bölge üzerindeki etkinliği ve gücü üst seviyeye
çıkan Türkiye karşısında yeni stratejiler geliştirmek zorunda kalmış ve bu
endişelerle Rusya ile doğal bir ittifak içine girmiştir. ABD, yeni Türk
devletleri ile ilişkilerde müttefik olarak Türkiye’yi kabul etmesi karşısında,
İran da Rusya ile olan ittifakını sıkılaştırmıştır.
***
İran’ın bölgede sahip olduğu ekonomik
avantajları ise şu şekilde sıralayabiliriz: İlk olarak, hem Kafkasya hem daha
yoğun olarak Orta Asya devletleri, kıta içine sıkışıp kalmış olarak
bulunmalarını temel sorunları olarak görmektedirler. Orta Asya devletlerinin bu
sıkışıklıklarını aşmaları için iki seçenekleri olduğu görülmektedir. Bunlardan
birincisi Rusya Federasyonu, diğer güzergâh ise İran’dır. Rusya’ya olan
bağımlılığı en aza indirmeye çalışan ve dış politika seçeneklerini artırma
konusunda son derece istekli olan Orta Asya devletleri açısından İran’ın
coğrafi konumu, cumhuriyetler için avantaj olarak karşımıza çıkmaktadır. İran,
bu avantajının farkındadır. Bu noktada Tahran’ın, kendisini bölgenin dünya
pazarlarına ulaşmasında bir köprü olarak değerlendirdiği açıktır.
İran’ın kara ve demir yollarının
Türkistan’a ve Kafkasya’ya kadar uzanması ve yine İran’ın Fars Körfezi ve Umman
Denizi kıyılarındaki limanları, son yıllarda İran ve bölge ülkeleri arasında
transit geçiş bağlamında işbirliğinin artmasına zemin hazırlamıştır. İran’ın
bölgedeki ekonomik ve siyasi faaliyetlerinin temelinde transit ülke olmasının
yarattığı psikolojik ve pratik avantajı yatmaktadır.
***
İran’ın Hazar Bölgesi’ndeki
gelişmelere katılma amaçları şöyle sıralanabilir:
· İzolasyondan kurtularak ve bağımsızlık adımları atmaya muktedir olarak dünya politikasında etkinliğini arttırmak.
· Yeni Müslüman devletlerdeki geçmiş Sovyet politikacılarının gözünde kendini yüceltme çabası,
· Petrol ve doğal gaz işletmesinden ekonomik gelirler elde etmek,
· Orta Doğu’da merkezi yerlerden birini tutmak,
İran’ın Hazar politikasında; ekonomik
hedeflerin, ideolojik hedeflerin gerisinde olduğu görülmektedir. Ancak,
objektif açıdan, İran ekonomisinin zayıf olması, İran’ın Türk soylu olmaması ve
yeni Müslüman devletlerin, İslâmi radikalizmden korkmaları; sübjektif açıdan
ise, ABD’nin bilinçli ve planlı İran aleyhtarı politika yürütmesi ve bölgedeki
liberal veya Batı yönlü Müslüman rejimleri desteklemesi nedeni ile İran’ın
Hazar Bölgesi’nde nüfuzunun azalmakta olduğu görülmektedir.
Türkiye’nin yanı sıra İran da,
Kafkasya ve Orta Asya’da nüfuz sahibi olmak istemektedir. Ancak, İran’ın bu
bölge üzerindeki faaliyetleri, gerek dini gerek politik ve ekonomik bakımdan
göz ardı edilemeyecek bir öneme sahip olmasına karşın, şimdiye kadar açık bir
sonuç elde edememiştir.
***
İran; Türkiye ve Rusya gibi, hem
coğrafi konumu, hem bölgeyle ilişkileri, hem de bölgede önemli devlet olma
özelliği dolayısıyla, Hazar Bölgesi’ndeki gelişmelerle yakından ilgilenmiş ve
bir yandan bu bölgede ağırlığını arttırmaya çalışırken, diğer yandan da
rakiplerinin etkisini minimuma indirmek için çaba göstermiştir. Bu durumu en
fazla enerji alanında görmekteyiz. Bu çerçevede Tahran, Hazar petrol ve doğal
gazının dünya pazarına taşınmasında en iyi yolun kendisininki olduğunu ileri
sürmüş ve önerisinin gerçekleşmesi için her türlü çabaya girmiştir. Ancak daha
önce de belirtildiği gibi, İran’ın çabaları büyük ölçüde ABD ambargosu yüzünden
başarısız kalmıştır. Buna rağmen İran, bu yöndeki çabalarından vazgeçmiş
değildir.
Bu bağlamda ortaya çıkan diğer önemli
bir gelişme ise Rusya ve İran arasında, aralarındaki rekabete rağmen, Batı
ülkelerinin ve Batı’nın müttefiki Türkiye’nin bölgedeki etkisini azaltmaya
dönük olarak geliştirdikleri iş birliğidir. Son olarak, özellikle Muhammed Hatemi’nin
1997’de cumhurbaşkanı seçilmesi ile İran, Hazar petrollerinde etkinliğini
arttırmaya yönelik politikasına, bazı petrol şirketlerinin de yardımıyla hız
vermiştir.
Son olarak, Hazar Bölgesi’nde
sürdürülen nüfus mücadelesinde Türkiye, ABD’nin şemsiyesi altında yer alırken,
İran ise Rusya Federasyonu ile işbirliği içerisinde bölgede kendine yer
edinmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla, Rusya’yla kurulan stratejik işbirliği,
İran’ın bölgeye yönelik politikasında önemli bir unsur haline gelmiştir.
***
Sovyetlerin ani dağılışıyla birlikte
dünyanın iki kutuplu yapısına dayalı yaşanan Soğuk Savaş döneminin sona ermesi,
uluslararası ilişkiler ve ülkelerin jeopolitiği açısında küresel düzeyde bir
deprem etkisi yapmış ve buna bağlı olarak da pek çok denge yeniden oluşmuştur.
Yaşanan depremin fay hatları; Kafkaslardan, Orta Asya’dan, Balkanlardan ve bir
ölçüde de Orta Doğu’dan geçiyordu. Dolayısıyla bu bölgelerle pek çok bakımdan
göbek bağı bulunup, anılan bölgelerin tam ortasında yer alan Türkiye, depremden
en çok etkilenen ülkelerden birisi oldu. Çünkü Türkiye, kendisini, asla
hazırlıklı olmadığı genişlikte yepyeni fırsatlar, sorumluluklar ve riskler
coğrafyasının merkezinde buluverdi. Bu gelişmeler, Türkiye’nin zaten yüksek
olan jeopolitik öneminin en az ikiye katlandığı anlamını taşımaktaydı.
***
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, Hazar
Havzası’nın önemini şu şekilde özetlemektedir: ‘’Rusya Federasyonu, Kafkasları
ve Orta Asya’yı yaşamsal çıkar alanı olarak görmekte ve buralara geri dönme
çabasına devam ettirmektedir. Bunda etkili olan ise, jeopolitik kaygıların
dışında, Hazar Bölgesi’nin zengin enerji kaynaklarına sahip bir bölge
olmasıdır’’.
***
1996 yılında Uluslararası Enerji
Ajansı’nın yayınladığı rapora göre, Hazar Denizi’nden Rusya’ya ulaşan boru
hatlarının kapasitesi324.000 varil/gün olarak verilirken, bu kapasitenin ancak
Rusya’nın iç tüketimi için yeterli olduğu belirtiliyor. Yani ihraç için yeni
hatların yapılması şart. Doğal gaz ihracı ise Rusya’nın kendi elinde tuttuğu
pazarı kaptırmaması için önemli engellemeleriyle karşı karşıya. Bu nedenle
Rusya’nın asıl hedefi, bu ucuz Türkmen gazını kendisi alıp, ‘’boru hattı
işletim maliyetleri’’ karşılığında dünyaya kendisinin ihraç etmesidir.
Diğer yandan, güçlü devletlerin nüfus
mücadelesinin bir sonucu olarak, Kafkaslar dünyanın en az istikrarlı
bölgelerinden biri haline getirilmiştir. İstikrarsızlık sebebi olarak da
şunları belirtebiliriz: Rusya’nın yakın çevre politikasına (Primakov Doktrini)
ilişkin belirsizlikler, Karabağ’daki henüz çözüme ulaştırılamamış Azerbaycan-
Ermenistan çatışması, Çeçenistan işgali ve bölgede etnik grupların bağımsızlık
istemeleri hassas bir durum oluşturmaktadır. Ayrıca Afganistan’daki savaş ve
Tacikistan’daki karışıklık, bölgenin potansiyel şiddet içerdiğini
göstermektedir.
Yukarıdaki sorunlar, süper güçlerin
menfaatleri için her zaman kullanabileceği veya yönlendirebileceği
sıkıntılardır. Kafkaslar ve Orta Asya’daki bu meseleler var olduğu sürece de
güçlü devletler bu bölgelerde her zaman var olacaktır. Ayrıca önümüzdeki
dönemde, özellikle bölgesel güçlerle Orta Asya devletleri ile ilişkillerin en
belirleyici maddesinin enerji kaynakları olacağına kesin gözüyle bakılmaktadır.
***
Hazar Denizi’ni kıyı devletlerle ortak
olarak (median line) kullanmak isteyen Rusya’nın yaklaşımında, önceleri politik
kaygılar daha fazla ön plana çıkmaktaydı. Hala bölgeyi kendi ‘’arka bahçesi’’
olarak görmek isteyen Rusya’nın diğer bir kaygısı, zengin petrol yataklarına
sahip Azerbaycan’ın Batı ile giderek artan yakınlaşmasıdır. Bu sebeple Rusya
Federasyonu’nun statü tartışmalarının merkezinde daha çok Azerbaycan
bulunmaktadır.
Azerbaycan ise 1991’den devam eden
petrol anlaşması görüşmelerini 20 Eylül 1994 tarihinde anlaşma ile
neticelendirmişti. Yapılan anlaşmanın ardından, Batılı büyük petrol şirketleri
Hazar Denizi’nin Azerbaycan sektörüne ciddi miktarda yatırım yapmaya
başladılar. Başlangıçta Rusya Hükümeti ve onun Lukoil Şirketi, Azerbaycan’ın
Batılı şirketlerle yürüttüğü petrol görüşmelerinden dışlanmıştı. Ancak bu
dışlanmışlık Azerbaycan’da Elçibey hükümetinin bir darbeyle uzaklaştırılmasıyla
neticelendi. İktidara geldikten sonra mevcut durumu iyi kavrayan Haydar ALİYEV,
aynı akıbetin kendi başına gelmesinden çekindiği için ‘’Asrın Anlaşmasın’’nda
kendi ulusal petrol şirketi SOCAR’ın payından, Rus Lukoil şirketine %10’luk bir
pay vererek bir şekilde Rusya’yı da büyük oyuna dahil etti.
***
Hazar’ın statüsü ve paylaşımı
tartışmalarının mümkün olduğunca dışında kalmaya çalışan Kazakistan, İran’ın
önerdiği eşit (%20) paylaşım şartının kabul görmesi durumunda bundan en çok
zarar gören ülke olacaktır. Çünkü diğer bütün kıyıdaş ülkelerin payları %20’nin
altındadır. Bu sebeple Kazakistan, bu tartışmalara direkt katılmayıp bu konuda
İran’a en büyük direnci gösteren Azerbaycan’ı arka planda aktif olarak
desteklemektedir.
***
Hazar Denizi’ni bir sınır gölü olarak
tarif eden İran’ın, Hazar konusunda geçerli ve sürekli bir öneride bulunduğunu
söyleyebilmek zordur. İran, Hazar’ı %20 prensibi ile beş eşit parçaya bölmeyi
veya zaman zaman da ortak kullanmayı istemektedir. Görüşlerini bu iki eksen
arasında belirleyen İran’ın, ön plana çıkarmaya çalıştığı husus, Hazar’ın
statüsü belirlenmeden burada da yapılan petrol aramalarının kanun dışı olduğu
tezidir. İran, statü sorunu çözülünceye kadar 1921’de ve 1940’ta imzalanan
SSCB-İran anlaşmalarını esas olarak aldığını beyan etmektedir.
***
İran’ın Hazar’da statü tartışmalarını
yürüttüğü ülkelerin başında Azerbaycan gelmektedir. Zira İran, Hazar sorununa
ekonomik gerekçelerden daha çok siyasi açıdan bakmaktadır. Çünkü bu yataklar,
İran için bu ülkenin Basra Körfezi’ndeki zengin petrol yatakları göz önüne
alındığında ekonomik değer bakımından önemli bir mana taşımamaktadır. İran,
Güney Azerbaycan sorunu sebebiyle, Azerbaycan’ı, bölgesel tehdit algılamasında
birinci dereceli tehdit olarak görmektedir. Bu sebeple de Azerbaycan’ın
gelişmesine ve ‘’Güney Azerbaycan’’ için bir cazibe merkezi haline gelmesine
önemli katkılar sağlayacak petrol anlaşmalarını engellemek için Hazar’da
uzlaşmaz tutumunu devam ettirmektedir.
Tahran, uzun süredir Bakü’nün
yürüttüğü dış politikadan rahatsızdır ve bu rahatsızlığını her vesileyle diplomatik
kanallardan Bakü’ye bildirmektedir. Hazar’a yabancı güçlerin gelmesini
istemeyen İran’ın en büyük endişesi, Hazar’da giderek güçlenen ABD ve Batı
nüfuzudur. Zira İran, Hazar’da etkinleşen Batı nüfuzuyla beraber kuşatıldığını
hissetmektedir. Bölgede bir yandan Batı sermayesi artış gösterirken diğer
yandan ABD ambargosu sebebiyle İran, Hazar pastasından gerekli payı alamadığını
düşünmektedir. Her ne kadar 1994’teki ‘’Asrın Anlaşması’’ndan İran’a %5’lik bir
pay verilse de, ABD’den gelen baskılar sebebiyle, Azerbaycan bundan vazgeçmek
zorunda kalmıştır.
***
İran’ın Hazar Bölgesi’ndeki tutum ve
davranışlarının sebebini sadece bir ülke ile (Azerbaycan) sınırlandırmak
yetersiz kalacaktır. Zira Hazar’ın güneyinde ehemmiyetsiz bir bölüme sahip olan
İran, kendi payına düşen kısımdan (%12) memnun değildir ve kendi sınırlarını
Hazar’ın ortalarına doğru genişleterek Hazar’ın içlerine doğru stratejik bir
üstünlük elde etmek istemektedir. Mart 2001’de İran Cumhurbaşkanı Muhammet
Hatemi’nin Moskova ziyareti sırasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile
yaptıkları görüşmede, Rusya ve İran’ın ‘’Hazar Denizi’nin statüsü resmi olarak
belirlenmeden Hazar’da diğer kıyıdaş ülkeler tarafından çizilmiş hiçbir sınırın
tanınmayacağı’’ dile getirilmiştir.
***
Moskova, Türkiye’nin boğazlar
konusundaki karşı çıkışlarına PKK’ya açılan destek olarak (PKK militanları o
dönem Duma’da toplantı bile yapıyorlardı) karşılık vermiştir. Rusya’nın PKK’ya
desteği aslında kendisi açısından stratejik bir seçimdi. Böylece hem Boğazlar
konusunda Türkiye’den intikam alıyor, hem de Türkiye’nin enerji koridoru olma
hedefine büyük bir engel çıkarıyordu. Doğu’daki artan terör faaliyetleri, o
dönemde, BTC projesine petrol şirketleri ve ilgili devletlerin kuşkuyla
yaklaşmasına sebep olmuştur.
Türkiye’nin Rusya’nın bu tutumuna
verdiği karşılık da benzer olmuştur. Nitekim asıl Türkiye’nin başında PKK
terörü varsa, Rusya’nın başında da bağımsız olmak isteyen Çeçenistan sorunu
vardır. İşin ilgi çekici tarafı, Bakü-Tiflis-Ceyhan Hattı nasıl Türkiye’de terör
bölgesinden geçiyorsa, Rusya’nın önerdiği Bakü-Navorossisk Hattı da Çeçenistan’dan
geçiyordu. Yani Türkiye’nin elindeki kozlarla Rusya’nın elindeki kozlar bire
bir aynıydı. Neticede Türkiye, Çeçenlere gizliden destek olmuştur. Bu konuda
zaten Türk kamuoyunda da bu yönde bir talep bulunmaktaydı.
***
(…), Hazar’da statü, kaynakların
paylaşımı ve boru hatları gibi sürekli gündemde olan sorunların yanı sıra bir
diğer sorun da Hazar’ın ekolojisidir. Hazar’da paylaşım sorunları ile beraber
telaffuz edilen ve boru hatları projeleriyle anılmaya başlanan çevre sorunları,
1980’li yılların başlarında gündeme gelmiş, ama daha sonra kıyıdaş ülkelerin
bağımsızlıklarını kazanması ve büyük petrol oyununun başlamasıyla bu sorun
ikinci plana itilmiştir.
Aslında zengin bir floraya sahip olan
Hazar’da çevre kaygıları önemli dayanaklara sahip olacak niteliktedir. Ancak bu
su havzasında çevre sorunlarını gündeme getirenler bunu bir politika argümanı
olarak kullanmakta ve bu konuyu ileri sürerek diğer bir mücadelenin yürütüldüğü
alan olan boru hatları tartışmalarında üstünlük sağlamayı arzulamaktadırlar.
Zira Hazar’da kaynakların paylaşımı kadar, elde edilecek petrol ve doğal gazın
Batı pazarlarına ulaştırılması da oldukça önemlidir.
Rusya Federasyonu ve İran,
Azerbaycan’ı, Hazar’ın kaynaklarının kullanılmasında hassas ekolojik dengeleri
gözetmemekle suçlamaktadır. Ancak bu ülkeler, ‘’ekoloji’’ sorunlarını, sadece
Batı çıkışlı petrol ve doğal gaz boru hatlarını engellemek için bir ‘’sebep’’
olarak hatırlamaktadırlar. Rusya, Trans-Hazar gibi ‘’Batı çıkışlı’’ petrol ve
doğal gaz boru hatları gündeme geldiğinde, Hazar’ın ‘’ekolojik sistemi’’ ve
bölgenin ‘’sismik aktifliği’’ gibi tezler ileri sürerek bu projeleri
engellemeye çalışmaktadır. Ancak Rusya Federasyonu’nun her defa ileri sürdüğü
Hazar’ın ekolojik yapısının zarar göreceğine yönelik endişeleri, çok da
inandırıcı olmamaktadır. Zira SSCB döneminde Hazar’ın kirletilmesinin en büyük
sebebi, Hazar petrollerini hiçbir tehdit almadan kullanan Ruslar olmuşlardır.
***
Hazar Bölgesi’ni içine alan geniş
alanda, doğuya, batıya ve güneye yönelik 25 kadar boru hattı projesi
gerçekleşmiştir veya gerçekleşmek üzeredir. Maliyetlerin yüksek olması ve
siyasi nedenlerle projeler yavaş ilerlemekte ve bunun bir sonucu olarak da az
sayıda yeni boru hatları inşa edilmiş durumdadır. Bölgedeki enerjinin güvenli
nakli için daha çok sayıda boru hattına ihtiyaç vardır. (…)
Petrolün güzergâhını belirlemek için
uluslararası şirketlerin lobi çalışmaları kadar, bölgedeki güvenlik ve
güvenilirlik sorunları da etkili olmaktadır. ABD, petrolün ucuza mal edilecek
olmasına rağmen, İran’ın rejimi nedeniyle bu ülkeden geçirilmesine şiddetle
karşı çıkmaktadır.
Rusya ise, petrolün batıya sevkini
engellemek için Gürcistan’daki iç karışıklıkları körüklemiş, Azeri-Ermeni çatışmasına
neden olmuş ve halen bölgede suni sorunlar oluşturmaya devam etmektedir. Daha
önce de belirtildiği gibi, Rusya, üretilecek petrolü Navorossisk Limanı’na
akıtabilmek için, bölgede bağımsızlığını ilan etmiş olan Çeçenleri bu
kararlarından vazgeçirmek için acımasızca katletmiştir. Buradaki savaş, düşü
yoğunluklu çatışmalar şeklinde halen devam etmektedir.
Diğer taraftan, bölgede meydana gelen
boşluk, yöneticilerin akıllarında şu soruyu bıraktı: Bölgenin zengin enerji
kaynakları kimler tarafından kontrol edilecek? Zira bu bölgenin, tek bir
ülkenin kontrolü altına girmesi bir bakıma Sovyet döneminin geriye gelmesi
anlamına gelmektedir. Bu nedenle, uluslararası gündemi meşgul etmeye başlayan
bu sorun, bölge üzerinde Soğuk Savaş rüzgârlarının esmesine sebep olmuştur.
Dolayısıyla enerjinin ihraç yollarının belirlenmesinde, petrolden pay alma
mücadelesinden daha büyük mücadele verilmiştir ve hâlâ da verilmektedir.
***
BTC Projesi; siyasî, ekonomik,
stratejik ve çevresel açılardan, Türkiye’nin yürüttüğü en önemli enerji
projelerindendir. Ekonomik etkileri kısaca gözden geçirilirse; her şeyden önce
hattın gerçekleşmesi durumunda, Türkiye için ucuz ham petrol temin edilmesi
mümkün olacaktır. Bunun önemli bir nedeni taşıma maliyetlerinin minimuma
indirilecek olmasıdır. Bir diğeri ise finans maliyetlerinin azaltılmasıdır.
Ayrıca BTC Hattı; rafineriye 15 günde
ulaşan Basra Körfezi petrolü ile karşılaştırıldığında, sadece 2 günde
Türkiye’deki rafinerilere getirilecek Hazar petrolü için büyük bir maliyet
avantajı sağlayacaktır. Buna Ceyhan’ın uluslararası petrol piyasası merkezi
haline gelmesini de ekleyebiliriz.
Hattın bir başka avantajı da petrole
ödenecek paranın taşıma ücretine sayılması olacak. Türkiye, nakit parayla ithal
ettiği petrol için kredi almak zorunda kalmayacak. Bu, Türkiye’nin petrole
yılda ödediği paranın yaklaşık %17’sini karşılama anlamına gelecek. Bu durumda
boru hattının kirasından da yıllık 250 milyon dolar gelir elde edilecek. Petrol
boru hattı inşası ile inşaat sektörünün canlanması geçici bir süre de olsa
işsizliğe çare olacak. Türkiye’nin Avrasya haritasındaki stratejik konumunu
güçlendirerek bölgede söz sahibi ülke konumuna getirilecek.
***
Türkiye, enerji alanındaki ihtiyaçları
ve bölgesel ekonomik büyümeye verdiği önem çerçevesinde, başta Hazar Bölgesi
olmak üzere eski Sovyetler Birliği coğrafyasında bulunan enerji rezervlerinin
geliştirilmesinde ve alternatif güzergâhlara yönelik çalışmalarda aktif rol
üstlenmiştir. Bölge ülkeleriyle tarihi ve kültürel bağları bulunan ve önemli
bir jeopolitik konuma sahip Türkiye’nin, enerji zengini Hazar ve Orta Doğu
bölgeleri ile Avrupa arasında bir köprü teşkil etmesi, ayrıca kendi
ihtiyaçlarını da farklı kaynaklardan karşılaması hedeflenmiştir.
***
Türkiye, Orta Asya cumhuriyetleriyle
ilişki kurmaya başladığı tarihten bu yana stratejik bir karışıklık içinde bulunmaktadır.
Türkiye bazı politikalar gerçekleştirmede kararlı ve Orta Asya bölgesine
ilişkin hedefinde de azimli ve tutarlı olmasına rağmen, bu hedefe ulaşmak için
gereken araçlar hususunda daima yetersiz kalmıştır. Aslında, bu yetersiz
politikanın nedeni, Türkiye’nin belirli bir iş birliği alanı tayin etmemiş ve
çok geniş boyutlu iş birliği planları geliştirmemiş olmasıdır. 1991 yılından bu
yana Orta Asya devletleriyle ilişkilerde bu olumsuz gerçekle yüz yüze
bulunmaktayız. Geçen on sene zarfında Türkiye, bölgede çok sayıda girişim
başlatmış ancak bunlar bir sonuca ulaşamamıştır. Bu güne dek Orta Asya
cumhuriyetlerine verilen sözler tam anlamıyla tutulamamış, bu durum, Orta Asya
cumhuriyetlerini Türkiye’yle ilgili hayal kırıklığına uğratmıştır.
***
(…), Türkiye’nin uzun yıllar izlediği
dış politikaya bakacak olursak şu gerçeği görmemiz mümkündür: Stratejisini
sadece uluslararası sistemin merkezindeki ABD’nin desteğine yaslayan Türkiye,
bölgesel dengeleri değerlendirebilecek aktif ve esnek dış politika yerine,
uluslararası güç merkezlerine ayarlı statik bir dış politika izlemektedir
.
***
Türkiye’nin enerji alanındaki durumunu
açıklamaya çalışırsak, Türkiye süratle gelişen ve enerji ihtiyacı hızla artan
bir ülkedir. Ülkemiz artan enerji ihtiyacını karşılarken de tabiatıyla arz
kaynaklarını çeşitlendirmek durumundadır. Türkiye, bir yandan yurt içinde
enerji projelerine belli miktarda kaynaklar yaratırken bir yandan da, yurt
dışında milyarlarca dolarlık enerji almak zorundadır. Bu nedenle, Türkiye’nin
mevcut enerji politikaları ve dış politikasının temel amaçları arasında yer
almaya başlayan enerji diplomasisi, en az siyasi ve ekonomik stratejileri kadar
önemli olmalıdır.
***
Petrol ve doğal gaz kaynakları
açısından dışa bağımlı bir ülke olan Türkiye’nin üç tarafı da bu enerji
kaynakları açısından zengin ve ihracatçı ülkeler ile çevrili durumdadır. Aynı
zamanda Türkiye, ithalatçı ülkelerle de çevrilidir. Dolayısıyla Türkiye,
üretici ülkelerle tüketici ülkelerin tam ortasında bulunan doğal bir enerji
köprüsü konumundadır.
SSCB’nin dağılmasıyla birlikte, petrol
ve doğal gaz boru hatlarının Türkiye’den geçme ihtimali, Orta Asya ülkelerinin
birbirlerine ve Türkiye’ye, dolayısıyla Avrupa ekonomisine bağlayacak otoyol
projelerinin gündeme gelmesi, Türkiye’yi bir anda uluslararası ilişkiler
açısından bir çeşit ‘’fırsatlar ülkesi’’
konumuna getirmiştir.
***
(….) , SSCB dağıldıktan sonra
Türkiye’nin Kafkaslar ve Orta Asya jeopolitiği açısından bölgedeki yeri ve çıkarları
özetle şu şekilde ifade edilebilir.
a- Türkiye’ye siyasi ve ekonomik alanda güç sağlamaya yönelik destek verecek potansiyel, Kafkasya’da ve Orta Asya’da vardır. Bunlar; ortak dil, din, etnik yapı ve kültürdür.
b- Soğuk Savaş dönemi tehdit algılamaları, batı bloğu ile birlikte, Sovyetler Birliği’ne karşı idi. SSCB ile ortak sınırın kalmaması ve zayıflayan bir ideoloji açısından, Türkiye için görece bir rahatlama söz konusudur.
c- Orta Asya zenginliği yanında bölgenin Uzak Doğu’yla olan ilişkilerde bir Türkiye-Orta Asya-Uzak Doğu ekseni oluşturmasıyla, jeopolitik önemini Türkiye koruyacaktır.
d- Enerji nakil hatlarında, doğal gaz ve petrolde geçiş noktası olarak, gerek jeopolitik konum gerekse iç ekonomik koşullar ülkemiz açısından çok önemli olacaktır.
b- Soğuk Savaş dönemi tehdit algılamaları, batı bloğu ile birlikte, Sovyetler Birliği’ne karşı idi. SSCB ile ortak sınırın kalmaması ve zayıflayan bir ideoloji açısından, Türkiye için görece bir rahatlama söz konusudur.
c- Orta Asya zenginliği yanında bölgenin Uzak Doğu’yla olan ilişkilerde bir Türkiye-Orta Asya-Uzak Doğu ekseni oluşturmasıyla, jeopolitik önemini Türkiye koruyacaktır.
d- Enerji nakil hatlarında, doğal gaz ve petrolde geçiş noktası olarak, gerek jeopolitik konum gerekse iç ekonomik koşullar ülkemiz açısından çok önemli olacaktır.
***
TPAO, uluslararası petrol arenasında
dev şirketlerle rekabet edebilecek yapıda organize edilmemiştir. Petrol
alanında yerli özel şirketlerimizin ise ne birikmiş sermayesi ne de yeterli
teçhizatı ve elemanı vardır. Teknik eleman birikimi açısından kısa sürede
uluslararası şirketlerle rekabet edebilecek yapıya ulaşabilecek olan TPAO’nun
en önemli eksiği, dikey entegre yapıda olmamasıdır. TPAO’nun bir an önce; arama
ve üretimin yanı sıra taşıma, rafinaj, dağıtım ve pazarlama fonksiyonları da
olan, dikey entegre bir şirket olarak yeniden yapılanması sağlanmalıdır.
***
İnternet ortamında ulaşılan bilgiler
ağırlıklı olarak ABD kaynaklıdır. Bu da ister istemez tek yanlı bir
bilgilenmeyi ve sonucunda da önyargılı bazı değerlendirmeleri beraberinde
getirebilir. Bunun önüne geçmek için; Rusça ve Çince gibi dilleri bilenler de
dahil, klasik dillerin dışında eğitim almış uzmanlardan yararlanarak, Çin ve
Rusya gibi ülkelerin bölgeye yönelik algılamaları, değerlendirmeleri ve
etkinlikleri dikkatle ve günü gününe izlenerek değerlendirilmelidir. Bu
değerlendirmelerin bir diğer yararı da, bölgeye yönelik yatırımlar için, doğru
zamanda çıkarları bizimkine en uygun ortakları bulabilmemize de katkı
sağlayacak bilgilerin elde edilebilmesine olanak sağlamasıdır.
Üniversitelerde, gerek Orta Asya ve
Kafkaslara ve gerekse enerji politikalarına yönelik ders programlarının, en
azından tercihe bağlı olarak ya da kurs biçiminde verilebilmesi için çaba
gösterilmelidir. Master ve doktora çalışmalarında, Hazar Bölgesi’ne ilişkin
çeşitli konularda çalışmaların yaptırılması da arttırılabilir.
Kısaca söylemek gerekirse, Türkiye’nin
menfaatleri açısından, Kafkasya ve Orta Asya bölgelerindeki enerji
kaynaklarının üretilmesi ve Akdeniz’e taşınması için daha aktif olması
gerekmektedir. Bu gerekliliğin savunulması noktasında Türkiye’deki uzmanların
büyük çoğunluğu hem fikirdir. Ayrıca dünya petrol ve doğal gaz rezervlerinin
%70’ten fazlasını elinde bulunduran Orta Doğu ve Hazar Bölgesi’nin komşusu olan
Türkiye’de, uzun vadeli petrol ve doğal gaz politikalarının yeniden gözden
geçirilmesinde büyük yararlar bulunmaktadır.
KISALTMALAR
OPEC: Organization of Petroleum
Exporting Countries (Petrol İhraç Eden Ülkeler)
OECD: Avrupa Ekonomik İşbirliği ve
Kalkınma Örgütü
BTC: Bakü-Tiflis-Ceyhan (Boru Hattı)
CPC: Hazar Boru Hattı Konsorsiyumu
TPAO: Türkiye Petrolleri Anonim
Ortaklığı
GSMH: Gayri Safi Milli Hasıla
ABD: Amerika Birleşik Devletleri
SSCB: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği
PKK: Partiya Karkeren Kurdistan(
Komünist Kürt Partisi)
Kaynak: http://www.gencaydergisi.com/2015/03/sayi-34-kasim-2014.html
Yorumlar
Yorum Gönder